28 Aralık 1925’te, genç ve çok popüler Rus şair Sergey Yesenin, Leningrad’daki Hotel Angleterre’de kendini astı. İntiharı, SSCB ve ötesinde büyük bir şok ve üzüntü yarattı. Yesenin’in cenaze töreni 31 Aralık’ta Moskova’da düzenlendi ve tahmini 200.000 kişi Aleksandr Puşkin anıtının yanında onun anısına toplandı.
30 yaşındaki şairin ölümü hakkında yüzlerce makale ve mesaj yazıldı. Ancak bunların arasında en öne çıkanlardan biri, 19 Ocak 1926’da ülkenin ana gazetesi Pravda’da yayınlandı. Yazar Maksim Gorki kısa süre sonra şu yorumu yapmıştı: “Yesenin hakkında en iyi yazıyı Troçki yazdı.”
Troçki, o dönemin önde gelen Bolşevikler arasında edebiyat konusunda en kavrayışlı yazarlardan biri olarak biliniyordu. Edebiyat ve Devrim adlı kitabı, 1923 ve 1924 yıllarında iki baskı yapmış ve büyük beğeni toplamıştı. Troçki, ayrıca, 1920’lerin başında Moskova’daki kafe ve tavernalarda sarhoşken yaptığı taşkınlıklar nedeniyle defalarca skandallara karışan Yesenin’in bir savunucusu olarak da biliniyordu. Troçki, Aleksandr Voronski ve Christian Rakovski, Yesenin’in giderek hayatını tehdit eden alkolizminden kurtulması için defalarca çaba sarf ettiler. Ancak çabaları sonuçsuz kaldı.
Yesenin’in şiirleri birçok kişi tarafından beğenilse de, siyasi muhalifleri tarafından da sert bir şekilde eleştirildi. Bazıları, şiirlerinin gençler üzerinde zararlı bir etkisi olduğunu öne sürerek onu karalamaya çalıştı ve hatta “eseninshchina” [Yesenincilik] gibi aşağılayıcı bir terim bile icat edildi. Bunun aksine, Troçki’nin aşağıda yer alan makalesi, Yesenin’in şiirsel yeteneği ve siyasi görüşleri hakkında etkileyici bir değerlendirme sunuyor.
1926 yılında şairi anmak için yazılan ilk kitaplardan biri olan Yesenin – Yaşamı, Kişiliği ve Eserleri adlı kitapta Troçki’nin bu makalesinin yer aldığı belirtilmelidir. Troçki, 1927’de Sol Muhalefet’in lideri olarak Komünist Parti’den ihraç edildiğinde, kitap “Troçkist” olarak mahkum edildi ve kütüphanelerden, okullardan ve kitapçılardan toplandı. Yesenin’in yazıları yasaklandı; ancak 1955’te yeniden yayınlanmaya başlandı. 1990’ların başlarına kadar, Gorki’nin onay notunun bulunduğu Troçki’nin makalesinin bir kopyası, Gorki arşivlerinde “Okuma Salonuna Dağıtılmamalı” yazılı bir klasörde saklanıyordu. Stalinistlerin Troçki’nin itibarından duydukları korku, 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmalarına kadar sürdü.
Yesenin’in ölümü, Sovyet sonrası dönemde de tartışma konusu oldu. Birkaç önemsiz eser, onun intihar kaynaklı ölümü üzerine tartışma yürütüyordu. Bununla birlikte, onun şiirleri 20. yüzyılın en güzel şiirleri arasında yer alıyor ve bu şekilde anılmaya devam edecek. 1926 yılının başlarında Troçki’nin yaptığı değerlendirmeye dönelim.
Troçki’nin yazısının bu çevirisi Kabalcı Yayınevi tarafından yayınlanan Edebiyat ve Devrim kitabından alınmıştır. (İkinci Basım, Eylül 1989, Çeviren: Hüsen Portakal, s.215-219) Çevirmenin başta Yesenin’in ismi olmak üzere çeviri tercihlerine sadık kalınmıştır. Sadece maddi, dizgi hataları düzeltilmiştir. Koyu renkli veya italik kelime veya cümleler orijinal metinde de vurgulanmıştır.
* * * * * *
Lev Troçki’den “Sergey Yesenin’in Anısına”
Yessenin’i yitirdik, gençliğin ve içtenliğin bu hayranolunası şairi Yessenin’i! Ne trajik bir son! Bilmediğimiz birkaç yakın dostuna, belki de hepimize allahaısmarladık deyip kendi kendine bizden uzaklaşıp gitti. Son dizeleri insanı şaşırtacak kadar sevecenlik ve yumuşaklık dolu. Sızlanmadan, kendini kimseye acındırmadan, gürültüyle çarpmadan, yavaşça kapadı kapıyı, elinden kanlar aka aka. Yessenin’in şiirsel ve insanca imgesi, bu jestiyle unutulmaz bir veda ışığı içinden fışkırır olmuştur.
Yessenin “Bir serserinin şarkıları”nı yazdı ve Moskova izbelerinin kaba nakaratına yalnız Yessenin’e özgü, taklit edilemez bir melodi kazandırdı. Çoğu kez, bayağı bir davranıştan, çiğ ve kaba bir sözden övündüğü olurdu. Ama bu görünüşün altında, savunmasız ve korunmasız bir ruhun garip sevecenliği seğiriyordu. Bu yarı yapmacık kabalıkla, tanığı olduğu sertliklere karşı kendini korumaya çalıştı ama başaramadı bunu. Kimseye meydan okumadan ve acı acı söylenmeden, “artık dayanamıyorum” dedi 27 aralıkta … hayatın yendiği şair.
Bu yarı yapmacık kaba yaşam üzerinde durmak iyi olur çünkü bu yaşam, yalnız Yessenin’in seçtiği basit bir biçim değil, aynı zamanda, pek az sevecen, pek az yumuşak olan bizim dönem koşullarının bıraktığı bir izdir. Küstahlık maskesini takınışı -ki, hiç de işine yaramayan bu maske pahalıya mal olmuştur ona- Yessenin’in, bu dünyaya her zaman kendini yabancı hissettiğini açıkça gösteriyor. Dünya hiçbir övünç kazandırmadı ona. İşte bu uyuşmazlık yüzünden yitirdik onu. Ama kınamıyorum onu: Kendimize saklamayı bilmediğimiz bu büyük lirik şairi suçlamayı kim düşünebilir ki?
Bizim yaşadığımız dönem, uygar dediğimiz insanlık tarihinin belki de en acılı dönemidir. Bu birkaç on yılda doğan bütün devrimciler, kendilerini o dönem için azgın bir yurtseverliğe kaptırmışlardı, o dönem onların yurduydu, zaman içindeki yurdu. Ama Yessenin devrimci değildi. Pugaçev ve Yirmialtıların Baladı’nın yazarı, içe dönük bir lirik şairdi. Bizim dönemimizse, lirik bir dönem değildir. Sergey Yessenin’in kısa zamanda bizden ve kendi zamanından uzaklaşmasının önemli nedeni budur.
Yessenin kökleri derinlerde olan bir halkçıdır ve onun herşeyi gibi, “halk” temeli de yapay değildir. Bunun en tartışma götürmez kanıtını, onun halk ayaklanmaları üzerine yazdığı şiirlerde değil, lirik şiirlerinde görebiliriz yine:
Dingin, ardıç kümesinde, dere kıyısında,
Yelesini sarsıyor sonbahar, al bir kısrak gibi.
Bu sonbahar imgesi ve daha başkaları, kolay cüretkarlıklarıyla şaşırtır insanı. Şair, imgelerinin köylü kökenlerini duymaya ve içimize adamakıllı sindirmeye zorluyor bizi. Fet, duygularını böyle dile getirmezdi, Tiuçev de öyle. [1] Yaratıcı yeteneği ile değişime uğramasına ve incelmesine rağmen köylü temeli, onda sapasağlam kalmıştı. Bu köylü temelinden gelen güç, Yessenin’in güçsüzlüğüne yol açmıştır. Geçmişten sökülüp alınmış, ama bugüne kök salamamıştı.
Kent onu güçlendirmedi, sarstı ve yaraladı. Avrupa’ya ve Okyanus’un öteki kıyısına yaptığı dış geziler, onu “yeniden ayağa kaldırmadı.” Yessenin Tahran’ı New York’dan çok daha derinden özümledi ve Riazan’lı [2] çocuğun o iç lirizmi, Avrupa ve Amerika’nın kültür merkezlerinden çok, İran’da buldu kendisi için gerekli olan yakınlığı.
Yessenin Devrime düşman değildi ve Devrim de ona hiçbir zaman yabancı olmadı. Tam tersine, 1918’den itibaren hep ona doğru gitmeye çalışıyordu, şöyle dizelerle,
Ah anam, ülkem, ben bir Bolşeviğim!
Birkaç yıl sonra yine şöyle yazıyordu:
Ve Sovyetler için şimdi,
en ateşli bir yol arkadaşıyım ben.[1924]
Devrim, onun başta biraz karışık olan, ama sonra durulan dizelerinin ve imgelerinin yapısına, şiddetle girdi. Yessenin çöken geçmişte hiçbir şey yitirmedi; geçmişin ardından hiç üzülmedi. Peki, Devrime karşı yabancı mıydı? Hayır, değildi ama, Devrimle Yessenin benzer nitelikler taşımıyorlardı. Yessenin, içe dönük, yumuşak ve lirik bir şairdi; Devrim ise halkın eseridir, kahramanlıklar ve yıkımlarla doludur. Şairin o kısa süren hayatına son veren de bir yıkım oldu.
Her varlık, hayatının sonuna kadar kendi alınyazısının yargısıyla birlikte yaşar diye bir söz vardır. Bir bakıma bir gerçek payı vardır burada. Yessenin’in zaman içinde akıp giden yaratıcı gücü, bu dönemin sert köşelerine çarptı -ve kırıldı.
Yessenin’in şiirlerinde, kendi zamanını anlatan birçok güzel dizeler bulunur. Bütün yapıtı zamanının damgasını taşır. Ne var ki, Yesenin “bu dünyanın adamı değildi.” Devrimin şairi de olamadı.
Herşeyi alıyorum – herşeyi kabul ediyorum,
Çiğnenmiş yollardan gitmeye hazırım,
Sizin Ekim’inize ve sizin Mayıs’ınıza bütün ruhumu vereceğim,
Ama sevgili sazımı, yalnız onu bırakmayacağım.
Onun lirik gücü, uyumlu, mutlu, müzik dolu bir toplumda ve sert kavgaların değil, dostluğun, sevinin ve sevecenliğin egemen olduğu bir toplumda, sonuna kadar gelişebilirdi ancak. Böyle bir zaman gelecektir. Bizim zamanımızda, insanın insana karşı amansız, kurtarıcı kavgaları hazırlanıyor hâlâ, acı güncel mücadeleler hazırlayan başka günler de gelecektir. O zaman, insanın kişiliği de şiir de gerçek bir çiçek gibi açılacak. Devrim, her insan için yalnız ekmek hakkı değil şiir hakkı da elde edecektir.
Yessenin, son saatinde, kime yazdı kan kokan mektubunu? Belki de uzakta henüz doğmamış bir dostuna. Yessenin, başkalarının savaşlarla, kendisinin şiirleriyle hazırladığı geleceğin insanlarından birine mi sesleniyordu? Şair, Devrimle aynı özellikleri taşımadığı için öldü. Ama gelecek adına Devrim, onu her zaman evladı sayacaktır.
Şiir yazmaya başladığı ilk yıllarından başlayarak, kendini savunamayacağının farkında olan Yessenin, ölüme doğru ilerliyordu. Son şiirlerinden birinde, çiçeklere veda ediyordu:
Evet, sevgililerim, evet
Sizi gördüm, yeryüzünü gördüm.
Sanki benim için yeni bir okşama
O ölüm ürpertiniz.
Ancak şimdi, 27 aralıktan sonra, onu tanıyan ya da tanımayan herkes, hepimiz, hemen her dizesi yaralı damarlarından akan kanla yazılmış olan şiirlerin içtenliğini tümüyle anlayabiliyoruz. Bu yüzden acımız daha bir derin. Yessenin, kendi içdünyasından çıkmaksızın, yaklaşan ölümünün önsezisinde, melankolik ve dokunaklı bir avuntu buluyordu:
Sessizlikten yapılmış bir şarkı dinlerken,
Sevgilim, bir başka sevgilinin yanında
Belki anımsayacak beni.
Benzersiz bir çiçek gibi,
Bilincimizde hâlâ taze olan keskin bir acıyı, bir düşünce yumuşatıyor: Bu büyük, bu sahici şair kendi yöntemine göre zamanını yansıttı ve yeni bir seviyi, suya düşen mavi göğü, gökte bir koyun gibi yayılan ayı, benzersiz çiçeği—kendini—şarkılarında anlatarak kendi döneminin edebiyatını zenginleştirdi.
Şairi burada anarken, cesaretimizi kıran, cesaretimizi eksilten hiçbir şey olmasın. Bizim dönemin etkisi, kendi kişisel etkinliğimizden çok daha güçlüdür. Tarih, kendi basamaklarını sonuna kadar tırmanacaktır. Biz buna karşı koymadığımız gibi, bütün bilinçli gücümüzle, bütün düşünce ve istemimizle ona yardım ediyoruz. Geleceği hazırlayalım. Kadın erkek, herkes için, ekmek ve türkü söylemek hakkını kazanalım.
Şair öldü, yaşasın şiir! Bir insan evladı savunusuz, uçuruma yuvarlandı!
Yaşasın yaratıcı hayat! O hayat ki son ana kadar, Sergey Yessenin, şiirinin paha biçilmez tellerini sarmıştır ona!
Pravda, 19 Ocak 1926
Dipnotlar:
[1] Afanasi Fet ve Fyodor Tyutçev, 19. yüzyıl Rus şairleridir.
[2] Yesenin, Ryazan bölgesinde doğmuştu.
